İNTİHAR MEKTUBU

Yorumlar · 133 Görüntüler

Ve biliyordum bu güzelliğin biteceğini. Baştan belliydi son ve gözyaşıydı her yer. Her şey acıydı ve biz yanıyorduk. Herkes yanıyor muydu bilmiyorum ama ben yanıyordum. Tıpkı bir gün söneceğini, eriyip biteceğini bilen bir mum gibi. Bir de yetmezmiş gibi sonbahar geldi

Her şey sonbaharda başladı. Aslında renk tonları bakımından gayet de güzel olan o mevsim birçok son ve başlangıçtı. Sonbahar aslında bir hastalık mevsimi idi. Biz de olması gerektiği gibi hastalandık. Belki de herkes hastalanmadı, sadece bendim hastalanan. Sonbahar geçti gitti, hastalık damarlarımdaydı, hissetmedim. Kış mevsimi geldi, bembeyaz olmalıydı her yer ama bu kışın rengi gözyaşıydı. Herkes ağladı, bağırdı ama ben ağlayamadım. Bir ayda birkaç yıl yaşlanmıştım.  

Bir ay... Bir insanı öldürecek kadar kısa ve bir insanı dünyaya zincirleyecek kadar da uzun. Ölen ben olmadım, ben zincirlendim. Dedeme sarıldım, yarın da sarılacakmış gibi ve bir sonraki gün o evde yoktu. Gitmişti yine hastaneye ve sonbaharda kaptığı hastalığı temizletmeye. Bana bir şey dememişlerdi, ben davranışlarından anladım. Kaçtılar anlamayayım diye ama anladım. Karşıma geçip de “Hasta o ve iyileşmeyecek.” dediler. Ben hayatımda ilk kez nefes alamadım. Hayatımda yaşadığım en zor andı demek isterdim ama maalesef daha kötüsünü de yaşadım. Bana bu açıklama yapıldıktan birkaç gün sonra evimiz bizim olmadı. Kendi evimde huzur bulamadım, dedeme bir şey olacak diye düşünmekten ve her gün, herkes bize geldi. Ben, dedem benden mikrop kapmasın diye düşündükçe insanlar onu “son kez” görmek için yanına gitti. Ben veda etmeye kıyamazken insanlar o yaşarken ölü saygısı gösterdiler. Çok defa da dua ettim Tanrı’ya. Bize bağışlaması için yalvardım ve dedem yemek yemek isteyince bir işaret sandım. Ağlayarak şükrettim ama bu benim ilk ve son gerçek şükrümdü. Sadece üç gün sonra dedem beni kalabalığın içinde hiçliğe terk etti.  

Güçlü olmak için çok çabaladım. Kalanları ben toplayacağım dedim ama öyle bir dağıldım ki kimse toparlayamadı beni. Başta kolaydı. Herkese nazik davranıyordum, kimsenin üstüne gitmiyordum. İçimde derin çatlaklar vardı, bunlar da “güya” yanımızda olan insanların kendi kabahatlerini bizimmiş gibi göstermeye çalışıp ailemi üzünce, beni parçaladı. Meğerse içimde çok derin bir kesik varmış, o kesik hiçbir zaman kapanmaya çalışmamış ve içimi kırmızıya boyamış. Fark edince ben de hiçbir müdahalede bulunmadım “Bırak aksın, ölemeyecek kadar kötüyüm.” dedim ve gerçekten ölmedim. Aylar geçti ve ben günlerden çok gecelerde yaşadım. Mesela gece uyumayıp nefes almaya çalıştım, içimi kusmaya da ve çok ağladım. İnsanlar dışında her şey biliyor beni. Yastığıma sorun nasıl yaşayamadığımı ya da cüzdanımdaki resme. Ağlayarak yazdım acılarımı, nefes alamadığım için kızdım kendime ve en çok da umudumu öldürdüm. Bu gece bitti gömme işi.  

Yemekleri seçmeye başladım, dedemin yediklerini yemiyorum, o yiyemezken ben de yiyemem ve çok üşüyorum. Yaşamaya çok çalıştım. Hayal kurmaya çalıştım, kaktüsümü susuzluktan öldürünce anladım ki gelecek hayallerim gerçekleşmeyecek. Ben neden yaşamalıyım? Mutlu olmak için mi? Olamıyorum, zorlasam da olmuyor. Eksiğim. Zenginlik, şöhret ya da aile. Hiçbiri umurumda değil. Ben çok üşüyorum. Bu üşüme bir türlü geçmiyor. Sanırım ruhum bedenimi terk etmeye karar verdi. Zaten kaç aydır vücudum da ağrıyor. Sanırım kendimi zehirlemeyi başardım ya da aynı hastalık sonunda bende de çıktı. Ben bir ayda ölmeyeceğim. O kadar uzun yaşamak istemiyorum. Bu yüzden yazdım. Bu hikayeyi de bitiriyorum, sonsuza kadar. Okuyunca anlamayacaksınız. Ben zaten size anlatmadım. Kendi içimdeki savaşı kısacık bir an kağıda anlattım. Defterleri de anlamayacaksınız. Her neyse, ben bu dünyada mutlu olamadım. Çok üşüdüm ve çok özledim dedemi. Sanırım artık ona kavuşmam gerekiyor.  

Yorumlar
Aradığını bul
Kategoriler